24.11.10

Kendini şehrin ışıklarında kaybetti.

Işığı iyice kıstı. Oda'nın diğer ucuna doğru yavaş adımlarla gitti ve müziğin sesini biraz daha açtı. Hemen yanındaki koltuğa uzandı ve tavana bakarak hayallere daldı, sanki yıldızların karnavalını görmek istercesine.

Hayalleri onu rüyalara sürüklemek için göz kapaklarını ağırlaştırıyorlardı. Karşı koymadı, kendini uykuya bıraktı.

Bir kaç görüntü geldi gözünün önüne parçaları dağılış bir yap-boz gibi. Toparlayamadı parçalar, karşı da koymadı bu duruma. O kadar yorulmuştu ki, hayat nehrinde akıntıya bırakmak istiyordu kendini nereye gideceğini bilmeden.

Derken toparlandı gözlerini açtı.'Böyle olmayacak' dedi. Koltukta doğruldu, gözlerini kısık ışığa dikti bi süre, ellerinden güç alarak koltuktan kalktı ve yine yavaş adımlarla salonun kapısına ilerlerken kafasında bitiriyordu bir çok şeyi. Attığı her adımda birşeyleri bitiriyordu aslında.

'N'olcaksa olsun' dedi salondan çıkarken ve ışığı tamamen kapattı. Müziğin sesini biraz daha açtı, pencereye doğru yöneldi. Yağmur damlaları arasından dışarıyı izlemeye başladı. Ve kendini şehrin ışıkları arasında kaybetti. Hiç birşey düşünmeden, hayal kurmadan, sormadan...

Sadece şarkının sözleri yankılanıyordu kafasında:

Angels on fire
They fall from the sky
Heaven and hell will be burning tonight
Covered in ashes I cry out your name
And out of the flames
We will rise again

2.11.10

Sessizce yürüdüler...

Hava yağmurluydu o akşam. Az önce salondaki son dinleyici de mantosunu alıp ordan ayrılmıştı. Sahnede artık o şarkılar değil, görevlinin tozları süpürürken hışırdayan süpürgesinin sesi, uzaktan kısık da olsa yağmurun sesi duyuluyordu... Arada bir yıldırımlarla daha da aydınlanıyordu salon, sadece mum ışığıyla aydınlanmış gibi görünen haliyle... Ve ardından duyulan gökgürültüsüyle pencereler hafifçe titriyordu...

'Belki son bir şarkı daha söyleyebilirim' diye düşündü. Sahnenin ortasına doğru yavaşça yürüdü. Yavaş attığı adımlarının tahtada çıkardığı takırtıları duyan görevli süpürmeyi bıraktı, durdu ve onu izlemeye başladı. Başı yere eğikti, yüzü görünmüyordu. Bir an için öyle kaldı. Sonra yavaşça başını kaldırdı. Sessizce birşeyler mırıldandı, soğuktan sesi kısılmış gibi geliyordu ilk nağmeler. Ardından sesi iyice gürleşti. Ve arkadan hafif bir gitar girdi arpejlerle, az önce birlikte söylediği arkadaşları sesini duymuş ve sessizce sahneye çıkmışlardı ona eşlik etmek için. Ve sonra bas gitar, davul, ve distortion gitar...

Bir gökgürültüsü ve şarkı iyiden iyiye yükselmeye başlamıştı, artık yağmurun sesi duyulmuyor, sadece ara sıra gökgürültüleri duyuluyordu. Hafif ışıklı sahne şimşeklerle aydınlandıkça şarkı daha da yükseldi. Yükseldi, yükseldi ve bir anda ses kesildi. Ve bir gök gürültüsü, ardından hafifçe bir daha başladı, aynı en baştaki gibi. Sakin bir vokal, hafif bir arpej... Az sonra da sessizlik.

Herkes bir an için hareketsiz kaldı. O an ki sessizliği uzaktan gelen yağmurun hafif sesi bozuyordu. Biraz sonra o da durdu. Kimse bir şey söylemedi daha sonra. Herkes aynı şeyi hissetmişti zaten o an...

Bir şey demediler, birbirlerine bakmadılar, yavaşça toplandılar ve sessizce salondan çıktılar. Ay ışığıyla aydınlanan gecede, ıslak sokaklarda, hüzünlü bir günün bitiminde sessizce yürüdüler ve oradan gittiler...

30.10.10

Belki de amacım sadece şarkı söylemek değildi...

Belki de şarkı söylemek değildi tek amacım. O kapkaranlık salonun kapkaranlık sahnesinde o tek spot seni izlerken yapmak isteyeceğin son şey belki de 'sadece' şarkı söylemek olacaktır. Düşünürsün o anda... Acaba seyircilerin içinde o da var mı diye, o gözlerimi alan spot gibi acaba o da beni takip ediyor mu diye...

Beklersin içten içe onun da orda olduğunu, seni takip ettiğini, sana hayranlıkla baktığını. Ona kendini göstermek istersin bir şekilde. Bir şekilde onu sevdiğini göstermek istersin o bir sürü kişinin önünde, o bir sürü kişinin ne düşündüğünü önemsemeden. Ve başlarsın şarkıya o da bunu duyuyor o da bunu hissediyor.

Ve daha nakarata gelmeden içini bir korku kaplar. Sanki seni izleyen o spot artık parlamıyordur az önceki gibi, o seyirciler sıkılmışlardır belki gösteriden, ve o aslında orda değildir. Ne seni görüyordur, ne duyuyordur, ne de hissediyordur... Düşünürsün belki bir sokaka lambası altında akşamki randevusu için sevgilisinin onu almasını bekliyordur üstünde kalın bir mantoyla; ya da evinde oturmuş kitabını okuyordur, hikayenin en heyecanlı yerinde bir sonraki sayfaya geçmek için telaşla elini kitabın sayfaları üstünde gezdiriyordur, hafif ışıklı bir odada şöminenin başında; ya da bütün bunlardan habersiz uyuyordur, huzurla gülümsüyordur tatlı rüyasında; belki de arkadaşlarıyla oturmuş sohbet ediyordur sade bir içki masasında, şarkılar söylüyordur ona söylenen şarkılardan habersiz...

Belkilerin sonu gelmeden şarkının sonu çoktan gelmiş olur... Alkış sesleriyle kendine geldiğinde tekrar bir umut doğar içinde, acaba o da orda mıydı, o da görmüş müydü, o da beğenmiş miydi? Bi an bi yüzün gülümser... Kim bilir belki de yanına gelecekti sahneden inince, koşup boynuna sarılacaktı...

Ya da gerçekten o hiç gelmemişti oraya. Görmemiş, dinlememiş, heyecanlanmamıştı... Ama sen yine de umut edersin belki çıkarken onu görürüm belki de tesadüfen ordan geçiyordur diye... Ve sitemkar bir konuşma hazırlarsın kendi kendine, onu tesadüfen orda görünce, belki de amacım sadece şarkı söylemek olmadığı için:


Bakma bir daha,
Bir daha gözlerimin içine bakma öyle,
Bir daha gülümseme öyle gözlerimin içine bakarken,
Boğma beni umutularla.

Bir daha adımı anma,
Her kelimenle nefesini kesme benim.
Sus, sus ki bakmak için sebebim olmasın gözlerine,
Bakıpta boğulmayayım sonsuzlukta.
Sus ki rahatça nefes alayım sesinle büyülenmeden,
Sus ki umutla çarpmasın kalbim.